Endüstri devriminin baştan başa griye boyadığı sokaklar, tenleri kömür karasına bulanmış sayısız çocuk işçi, gözükmesi ayıp kabul edildiği için ayakları örtülerle gizlenen mobilyalar, düşük eğitim seviyesi ve salgın hastalıklarla süregelen bir dönemin, ardında kuvvetli bir dışa vurum bırakması kaçınılmaz. 18. ve 19. yüzyıllarda da İngiltere’nin geçirdiği köklü sosyal değişimler ve halkın maruz kaldığı aşırı baskılar, üretken zihinlerde muazzam bir tepkiye yol açmış ve gotik edebiyat ortaya çıkmıştır. Adım adım yozlaşan ve sansürlenen bu toplumda artan suç oranı, hatta ve hatta geceleri insanlara dehşet saçan Karındeşen Jack gibi nam salmış seri katillerin türemesi, bu dönemin bireyinin ‘tekinsiz’ benliğini yüzeye çıkarmıştır. Freud’un kullandığı bu terim, baskılanarak bilinçaltına atılmış ve kabul etmek istemediğimiz özelliklerimizin barındığı benliğimizi tanımlar. Gotik edebiyatın özü de tam olarak bu istenmeyen ‘öteki’dir. Ötekileşen yönler kimi zaman bir vampir, kimi zaman kurt adam ya da bir zombi olarak, ama her zaman da bir canavar olarak yansımıştır edebiyata. Günümüz popüler kültür ürünlerinde de tekrar tekrar kullanılan bu figürlerin çıkış noktaları olan birkaç eseri ise şu şekilde sıralayabiliriz:
Mary Shelley – Frankenstein ya da Modern Prometheus:
1816 yılının Yaz ayında, bir göl evinde eşi Percy Bysshe Shelley ve arkadaşı Lord Byron ile otururken, Lord Byron’ın meydan okumasıyla yazabilecekleri en korkunç hikayeyi yazmaya koyulan Mary Shelley’nin de dahil olduğu bu grup, eserin doğduğu noktayı oluşturuyor. Henüz 18 yaşında ama muhteşem bir hayal gücüne sahip olan Mary Shelley, o gün kurguladığı bu hikayeyi daha sonraki yıllarda üzerinden tekrar geçerek, etkisi yıllarca sürecek bir romana dönüştürüyor. Annesi ilk feminist yazar Mary Wollstonecraft, babası dönemin önemli düşünürlerinden ateist ve anarşist William Godwin ve romantik akımının temsilcilerinden olan eşi Percy Bysshe Shelley’nin görüş ve birikimlerinden de etkilenen Mary Shelley, oldukça rasyonel bir adam olan Victor Frankenstein’ı ve onun akıl almaz deneyini kurgular. Akıl ve duygu arasındaki bağı ve insanlığı sürekli sorgulayan bu eser, en popüler gotik romanlardan biri olmasının yanı sıra, ilk bilim-kurgu romanı unvanını da taşıyor.
Bram Stoker – Drakula:
1897 yılında Bram Stoker, Avrupa’nın birçok halk hikayesini derleyerek ortaya Drakula’yı çıkarmış. Kont Drakula, her ne kadar kendi döneminde çok ses getirmese de, 20. yüzyıldan itibaren özellikle görsel alanda büyümeye başlayan bir figür olmuş. Bram Stoker, Ulah prensi III. Vlad’dan esinlenerek yarattığı bu karakteri, Transilvanya’dan İngiltere’ye gelerek burada daha çok kadınları avlayan korkunç bir varlık olarak tasvir etmiştir. Birçok gotik eserin aksine, bu romanın ana karakteri bir İngiliz değildir. Macar kökenli Drakula, sembolik açıdan, İngilizlerin Doğu Avrupa milletlerine olan bakış açısını, onları sömürücü birer kafir olarak gördüklerini yansıtmaktadır.
Robert Louis Stevenson – Dr. Jekyll ile Bay Hyde:
1886 yılında, “shilling shocker” türünde, yani büyük kitlelerin okuması amaçlanarak, kısa, resimli ve ucuz bir roman olarak üretilen Dr. Jekyll ile Bay Hyde, dönemi için vadettiğinden çok daha fazlasını barındıran bir klasik. 19. yüzyıl İngiltere’sinin gelişen teknoloji ve bilimle birlikte yaşadığı rasyonelleşme takıntısını belki de en başarılı şekilde eleştiren bu eser, doktor Henry Jekyll’ın, doğa kanunlarına aykırı arzusu sonucu yarattığı felaketi konu alır. Tüm irrasyonel ve kötü atfettiği yönlerini kendinden ayırmak isteyen Dr. Jekyll, deney sonucu, ‘öteki‘ benliği olan Bay Hyde’ı yaratır. Saf iyi ve saf kötünün doğuracağı felaketler, okurken insanın doğası üzerine düşüneceğiniz bir roman ortaya koyuyor.
Edgar Allan Poe:
Gotik edebiyat denilince elbette Edgar Allan Poe’dan bahsetmemek olmaz. 19. yüzyıl gotik edebiyatın Amerika’daki öncülerinden biri olan Poe’nun, daha çok şiir ve kısa hikaye türünde verdiği eserler, harika bir estetik duyarlılıkla yazılmış ve imgeleri oldukça etikleyici eserlerdir. Stephen King’in de dahil olduğu birçok korku türü yazarını etkileyen Poe’nun, “Gammaz Yürek” ve “Kara Kedi” gibi kısa hikayeleri ve en meşhur şiiri “Kuzgun”, okumanızı mutlaka tavsiye ettiğim birkaç eseri arasında.
Dizi Önerisi – Penny Dreadful:
Bahsettiğim kitaplardaki karakterlerin hemen hemen hepsini, hem de muhteşem oyunculuklarla izleyebileceğiniz bir de dizi bulunuyor. Penny Dreadful, hem birçok korku klasiğinin karakterlerini birleştiren hem de gotik atmosferi harika bir şekilde yansıtabilen sayılı dizilerden. Oldukça başarılı oyuncularla birlikte bu dizi, sadece korku katmanında kalmayıp, zihinlerinizde yıllar boyu yerini koruyacak derinlikte sahneler sunuyor.
Kaynakça:
https://owlcation.com/humanities/Dare-to-Scare-The-Origins-of-Gothic-Literature