Klasikleşmiş filmlerden, modern günümüz sinemasına. Sinema tarihinde izini bırakmış filmlerden, izini bırakacak olan filmlere. Sinema her dönemde izini bırakmış, izleyicisini etkilemeyi başarmış ve kendini geliştirmeye devam etmiştir. Bu yazıda da 1950’li yıllardan itibaren kronolojik sırayla beni etkilemiş ve sizi de etkileyeceğine inandığım bazı filmleri sizinle paylaşacağım. Listeyi yapmak ve her 10 yıla sadece bir film seçmek sandığımdan daha da zor oldu. İzlerken keyif almanız dileğiyle.
Beklenmeyen Şahit (1957)
1950’lerin efsane yönetmeni Billy Wilder tarafından, Agatha Christie’nin romanından sinemaya aktarılan film, güzel uyarlanmış senaryosuyla ve beklenmedik sonuyla döneminin en iyi filmlerinden birisi olmuştur. Sağlık sorunları nedeniyle görevine ara vermesi gerektiği bir dönemde gelen dava, ünlü avukat Sir Wilfrid Roberts’ın dikkatini çekmiştir. Sanık ise Emily Jane French’i öldürmekle suçlanan Leonard Vole’dur. Emily French’in zengin bir kadın olması ve varisi olarak Leonard Vole’u ataması işleri daha da karmaşıklaştıracaktır. Tüm okların Leonard’ı gösterdiğinin farkında olan Sir Wilfrid ise işi çözmeye kararlıdır fakat iş gittikçe daha karmaşık bir hal almaktadır. 12 Angry Men’e oldukça benzettiğim bu film, gerek diyaloglarıyla gerek tahmin edilemeyen senaryosuyla gerekse gizemini koruyan yapısıyla beni oldukça tatmin eden bir film. 6 Oscar adaylığı, 8.4 IMDB puanıyla izlemeniz gereken bir eser, Beklenmeyen Şahit.
Rosemary’nin Bebeği (1968)
Roman Polanski yapımı korku sinemasının en iyi örneklerinden birisi olarak gösterilen Rosemary’nin bebeği, ilk sahnelerinden itibaren atmosferiyle, izleyiciye güzel bir film izleyeceğinin sinyalini veriyor. Genç bir çift New York’ta eski bir apartmana taşınır. Komşuları ise sevecen yaşlı bir çifttir. Fazlasıyla sevecen komşular film ilerledikçe kendisini şeytani bir şekilde göstermeye başlayacaktır. İşinde yükselmek isteyen Guy ve büyük bir aile olmak için çocuk isteyen Rosemary, bu komşuların dikkatini oldukça çekmiştir. Hamileliği süresince bazı sıkıntılar yaşayan ve bu sıkıntılara bir anlam veremeyen Rosemary, komşularının planının başrolüdür artık. Ruth Gordon’ın En İyi Yardımcı Kadın oyuncu Oscar’ı ve Altın Küre En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü kazandığı bu film; kan, şiddet ve gereksiz korku unsurları bulundurmadan, akıcı bir anlatımla izleyiciyi kendine çekiyor. Başarıya ulaşma hırsı, komşuluk, annelik duygusu ve satanizm temasını etkileyici bir biçimde işleyip, Rosemary’nin dramını da ekrana yansıtıyor. ”Rosemary’nin Dramı” adının da uygun duracağı film, 8.0 IMDB puanı ve Ruth Gordon’a getirdiği Oscar ödülüyle korku sinemasının en iyi örneklerinden birisi olmaya devam ediyor.
Days of Heaven (1978)
Amerikan Görüntü Yönetmenleri Topluluğu’na göre tüm zamanların en iyi çekilmiş 10 filmi listesinde kendisine yer bulan, Terrence Malick başyapıtı olan film, sinematografisiyle, akıp giden senaryosuyla bu listeye koyma konusunda beni fazla düşündürmeyen bir eser. Bill ve Abby adındaki iki yoksul aşığın hikayesini anlatır bu film. Bu iki aşık kendisini kardeş olarak tanıttıktan sonra zengin bir çiftçiye çalışmaya başlarlar. Zengin çiftçi Abby’e karşı bir şeyler hissetmektedir ve Bill’de bunun farkındadır. Çiftçinin ölümcül bir hastalığı olduğunu öğrenen Bill, kafasında bir plan tasarlar. Abby çiftçiyle evlenecek, çiftçinin ölümünden sonra iki aşık zenginlik içerisinde bir hayat sürecektir. Abby çiftçiyle evlenmiştir fakat işler Bill’in planladığı gibi gitmeyecektir. Bill’in hesaba katmadığı bir şey vardır: Abby’nin duyguları. En İyi Sinematografi Oscar’ını kazanan, 7.8 IMDB puanıyla listede kendisine yer bulan bu eser, etkileyici senaryosu, karmaşık olmayan olay örgüsü ve tablovari sahneleriyle beni kendisine hayran bıraktırmayı başarmıştır.
Full Metal Jacket (1987)
Kubrick’in en iyi eserlerinden birisi olarak kabul edilen Full Metal Jacket, savaşı bize Kubrick yorumuyla aktarıyor. Çekilmiş en iyi savaş filmleri arasında yerini almaktan da çekinmiyor. Bir grup askerin, aslında bir grup acemi askerin eğitimini, yaşadıklarını ve bunun askerler üzerindeki etkisini anlatan ilk kısmın ardından kendimizi savaşın ve kaosun içinde bulduğumuz ikinci kısım geliyor. Mesaj ve ironi dolu diyaloglar, etkileyici sahneler, baskı ve savaşın Kubrick yorumuyla seyirciye aktarılıyor. Ermey’nin mükemmel doğaçlama performansıyla daha da güzelleşen bu Kubrick eseri, En İyi Uyarlama Senaryo Oscar’ı adaylığı alırken, 8.3 IMDB puanıyla da Top 250 listesinde kendisine yer buluyor. Konu savaş filmi olunca zirveyi Apocalypse Now ile paylaşabilirler bence.
American History X (1998)
Yönetmen koltuğunda Tony Kaye’in oturduğu, başrolünde Edward Norton’ın oynadığı ırkçılık konusunda yapılmış en kaliteli filmlerden birisi olan bu eser, 90’lar sinemasında aklıma gelen ilk eserlerden birisi olup, listedeki yerini gerçekten hak ediyor. Babasının siyahi birisi tarafından öldürülmesi, Derek Vinyard’da bazı izler bırakacaktır. Neo-Nazi olması gibi. Arabasını soymaya çalışan siyahileri vurup hapse gönderilmesi, Derek için bir düşünce sürecini başlatacak, ırkçılıkla olan fikirlerini sorgulatacaktır. Bu süre zarfında kardeşi Danny’de ırkçı olarak yetişecektir. Hapishane süreci, Derek’i ırkçı fikirlerinden arındırmıştır. Artık Derek’in yol gösterici olması gerekmektedir. Kardeşinin bu ırkçı fikirlerinden arınması için ona yol gösterecektir. Irkçılık üzerine yapılmış en iyi eserlerden birisi olan American History X, Edward Norton’ın oyunculuğu ve bize vermeye çalıştığı mesajlarla 8.5 IMDB puanını ve de En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ı adaylığını kazanmış bir yapım. ”Öfke bir yüktür. Hayat sürekli kızgın yaşanmayacak kadar kısadır, buna kesinlikle değmez.”
There Will Be Blood (2007)
Yetenekli yönetmen Paul Thomas Anderson’ın yönettiği, Daniel Day-Lewis’in hak ettiği Oscar’ı kazandığı, 2000’ler sineması diyince aklıma gelen ilk yapımlardan birisidir, There Will Be Blood. Muhteşem eserlere şahit olduğumuz 2000’lerden bir tane eser seçmek fazlasıyla zor oldu benim için. Hırslı bir petrol arama şirketi sahibi olan Daniel Plainview, hep daha fazlasını istemektedir. Daniel’ın yükselişine şahit olurken, bir yandan da hırsın götürdüklerini izletecek bize bu yapım. Kasabanın genç rahibiyle yolları sık sık kesişecek, bize din kavramı üzerinden bazı sorular sordurtacak, maddiyat, hırs, değerler konusunda da düşünmekten geri bırakmayacak. En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını ve En İyi Sinematografi Oscar’ını kazanmış, En İyi Film Oscar’ı dalına da adaylığını koymaktan çekinmemiş bu yapım, 8.2 IMDB puanıyla da listede kendisine yer buluyor. No Country for Old Men’de fena olmayabilirdi aslında burada ama koymadığım için pek de pişman olduğum söylenemez.
Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (2017)
Martin McDonagh’ın yönettiği, Frances McDormand’ın Oscar’ı hak ettiği ve aldığı bu yapım, kızının cinayetinin aydınlatılmasını, katillerinin hak ettiği cezayı almasını isteyen acılı bir anneyi konu alıyor. Mildred, kızını kaybetmiş acılı bir annedir. Polislerin bu konuda gerekeni yapmadığına inanan Mildred, şehrin ücra taraflarında üç tane billboard kiralar ve polis şefi Willoughby’e bu billboardlar üzerinden mesaj gönderir. Willoughby’le yakınlığıyla bilinen Dixon’ın olaya karışması, Mildred’ı tavrından vazgeçirmeyecek, sadece olayların daha fazla şiddetlenmesine yol açacaktır. Acılı bir annenin adalet ve çözüm arayışını, çaresizliğini bize anlatan bu film, En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ı ve En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını alıyor, En İyi Film Oscar’ını ise The Shape of Water’a karşı kaybediyor. 8.2 IMDB puanıyla da Top 250 listesinde kendisine yer buluyor.